1hayat3melek / instagram
Resim kaynak : www.joojoo.me

14 Kasım 2016 Pazartesi

Düşle ki Gerçek Olsun...




Bir cafe açmak yıllardır hayalimdi.
Ama bunu yapmaya hiç bir zaman cesaretim olmadı.
Ta ki meme kanseriyle tanışıp kendime , özüme döndüğüm zamana kadar...

Tedavim bitmiş ve kurumsal hayatıma geri dönmüştüm.Ve bu hayata sadece 1 sene dayanabildim.

"Buraya ait değilsin" diye bangır bangır bağırıyordu yüreğim...
Ve sonunda kararımı verip hayalimi gerçeğe dönüştürmek için ilk büyük adımımı attım.

10 yıl boyunca emekle çalıştığım ve çok sevdiğim firmama gözyaşları içinde istifa dilekçemi verdim. Neden ağladığımı bende bilmiyordum.Ama görüşmenin sonunda kendimi tıpkı kanatlanmış bir kuş gibi hissettim.

Bir bahar günü özgürlüğümü ilan ettiğim yere kavuştum. Adını da Saffran Cafe koydum...

Sevgilerimle...




31 Mart 2016 Perşembe

Hayaldi Gerçek Oluyorrrrrr




Yıllardır kurduğum bir hayal vardı şimdi onu gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor...

Çoooook yakında...
:)

11 Mart 2015 Çarşamba

Selam


Çok uzun zamandır yazmıyorum biliyorum ama instagram aktif olarak devam ediyor…
Hala bloguma bakanlar , okuyanlar oluyor diye bir ses vermek istedim sadece.

Beni merak edenler için şükürler olsun ki aktif tedavim bitti ve 5 sene boyunca sabıkalıyım yani kontrol altındayım.3 ayda bir yüreğim ağzıma gelerek kontrollerimi yaptırıyorum.

Saçlarıma gelince , Saçlarım epey uzamıştı ama geçtiğimiz hafta tekrar bu halime döndüm.
Saçlarımı Türkiye’de ilk defa çekilen ve bir çok kadına umut olacak bir belgesel filmi için 6 kadınla beraber tekrar kazıttım. Ters giden bir şeyler olmaz ise belgesel filmimiz haziran ayında film festivalleri ile gösterime girecek. :)

Bloguma yazmaya gelince sene başından beri çalışma hayatıma geri döndüm. 
2 Çocuk annesi çalışan bir kadının aynı zamanda “ Meme Kanseri Farkındalık” projelerini de devam ettirmesiyle birlikte bloğuma çok vakit harcayamıyorum maalesef.
Ama bu yazmıycam anlamına gelmiyor tabi ki…Yaşadıklarımı yazıp saklamaya devam ediyorum. Ne zaman hayata geçer bilmiyorum ama bir kitap için kollarımı sıvadım.

Bu zorlu süreçte yanımda olduğunuz için ise binlerce kez teşekkürlerimle...


" Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin.    Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. "
Konfüçyüs






16 Kasım 2014 Pazar

Kemoterapi ile İlk Randevu

Hiçbir şey okumadan hiçbir şey araştırmadan sadece halk dilinde adı çıkmış kemoterapinin , çok mide bulantısı,halsizlik yaptığını ve saçlarımın doküleceğini bilerek gidiyorum ilk randevuma...

Eşim ve ablası eşlik ediyor bu ilk randevu için.
Bana ise suskunluk...
Bir çocuk gibi beni nereye götürüyorlarsa oraya gidiyor ama bir yandan da bir şahin gibi etrafı gözlemliyorum.
Kan değerlerime bakmaları için örnek veriyorum ve sonucun cıkması içinde 45 dk bekliyoruz.45 dk nın sonunda doktorumla konuşup kemoterapi için hazırlanıyorum.

Kemoterapi servisine girdiğimde ise bir sürü meraklı ve acıyan gözlerle karşılaşıyorum. Arada "Hamileyken Nasıl olur" diyen gözlerde var tabi.
Hiç yabancı değil ki...
İçten içe gülüyorum o gözlere.Kendi kendime ise " çünkü ben özelim"diye telkin veriyorum.

Yatağa uzanıp hemşirenin gelmesini bekliyorum...
Uzun uzun anlatıyor verecekleri ilaçların yan etkilerini.
Asıl zehirden önce midenizi korumak için 2 ilaç ondan sonra kanser ilacını vereceğiz size diyorlar.
Susuyorum.
İtiraz etmeye hakkım mı var ki?

İlacın size verilmesi 1,5 saati bulur ve size bu sırada da uyku yapabilir diyor sevgili hemşire.
Ama ben inadına gözlerimi bile kırpmıyorum.

Sonra bakıyorum ki refakatçi olarak bizimle gelen ablamız uyuklamış
Kıkır kıkır gülmeye başlıyorum onu öyle görünce. Dalga mı geçmeden de duramıyorum tabi...

İlk kemoterapim nihayet bitiyor ben ise hala dimdik ayakta.
Ne doğru dürüst konuşuyorum ne de bir tepki veriyorum.

Evrak işlemleri için beni bir koltuğa oturtuyorlar.Suskunluğumdan taviz vermiyorum.
Bir ara kafamı kaldırıp etrafa baktığımda ise babasının kucağında 4 yaşlarında bir erkek çocuğuyla karşılaşıyorum.
Görür görmez anlıyorum bu dikenli yolda onunda yürüdüğünü...Kafasında bir bandana  ağzında bir maske ve sapsarı bir beniz...
Dikkatle ama hissettirmeden seyretmeye başlıyorum onları...
Aklıma düşüyor canım oğlum, kuzum , Çınar'ım...
İçimden şükrederken buluyorum kendimi "iyi ki ben,iyi ki ben"diye...
İste tam o sırada babası kucağındaki oğlunu sakinleştirmek için sesleniyor.
"Çınar ağlama oğlum"

Bu ismi duyar duymaz koşarak uzaklaşıyorum oturduğum yerden...
Gözyaşlarımda boğuluyorum...

20 Temmuz 2014 Pazar

Allah'a Emanet

 
Geceleri artık doğru dürüst uyuyamıyorum.
Gündüzleri ise 3,5 yaşındaki oğlum fırsat verdikçe ufak ufak şekerlemeler yaparak geçiriyorum.
 
Yine sabahın 04.00 ünde uykumun kaçtığı ve sadece 3 saat uyuyabildiğim bir gece...
Eşimin alarmından önce davranıp onu uyandırıyorum.
 
Mis gibi demlenmiş çayımızla birlikte kahvaltımızı ettikten sonra onu işine yolcu ediyorum.
08.30 gibi de oğlum uyanıyor. Onunda kahvaltısını veriyorum ve tv seyretmeye başlıyoruz.
Ama ben hem uykusuzluk ve hem hamileliğin vermiş olduğu rehavetle 3,5 yaşındaki çocuğumu ve yaşayabileceği tehlikeleri yok sayarak uykuya esir oluyorum.
 
Oğlumun beni uyandırma çabalarını ise hayal meyal hatırlıyorum.
 
Akıllı oğlum sonunda beni uyandırmaktan vazgeçiyor ve odasına gidip oyuncaklarıyla oynamaya başlıyor ama ondan da canı sıkılmış olacak ki cep telefonumu alıp bir kaç tanıdığımızı ve eşimi arayıp " Annemi uyandıramıyorum ve artık benim canım sıkıldı, gelin beni alın " diye haber veriyor.
 
Kapının çalışıyla fırlıyorum tv karşısındaki koltuktan.
Gelen 3 bina ötemizde oturan eşimin ablası.
Çınar'ı almaya geldim diyor.
Uyku sersemi şaşırıyorum tabi.
Çınar babasını arayınca eşim halimi tahmin edip hemen ablasını arayıp Çınar'ı almasını rica ediyor.
 
Bu küçük gibi gözüken ama aslında büyük tehlike içeren hikayeyi hatırladıkça böyle akıllı bir oğlum ve böyle düşünceli bir babamız olduğu için ise Allah'a bir kez daha şükrediyorum.
Başımıza gelebilecek kazalardan koruduğu için ise binlerce kez...
 
Not : Bu hastalık karşısında ne kadar dik, güçlü olursanız olsun sevdiklerinize ve desteklerine çok ama çok ihtiyacınız var.Ama sadece telefon ile "nasılsın" yada kapıdan bir merhaba denmeye değil maalesef.
 
Belki çat kapı bir ziyarete, belki bir demet çiçeğe , belki bir tas yemeğe belki de emrivaki yapılıp dışarda bir kahve içmeye...
 
Unutma sevgi emek ister...
 
Ve bu sıkıntılı günler dostlara, sevilenlere uzatılmış olan merdiven gibidir.
Kimileri o merdivenden koşa koşa yanınıza gelir kimileri ise uzaktan uzağa bakmayı tercih eder...
 
O merdivenden koşa koşa sevdiklerinizin yanına giden insanlardan olmanız dileğiyle...

3 Temmuz 2014 Perşembe

Bu Hastalık Başına Çorap Örmeden Önce...

 Kafalarımıza çorapları geçirmemizden 2 gün sonra kafamda şimşekler çakıyor...
Madem kimse saçlarını kazıtmayı aklının ucundan geçirmiyor öyleyse şu çorapları bir kafalara geçirtip dikkat çekmek daha da doğrusu saçlarının dökülmesini bekleyen bir kadının neler yaşadığının binde birini hissettirmek geliyor aklıma...

Bu çorabı bile kafasına geçirirken aynanın önüne geçip dakikalarca kendini güzel göstermeye çalışan , kusurlarını gizlemeye çalışan insanları gördükçe , bu hastalıkla mücadele edip saçlarına elveda demek zorunda kalan benim gibi tüm hastalara üzülüyorum.

Ama yine de bizi anlamalarını beklemiyorum...

Arkadaşlarıma haber yolluyorum.Şimdi bana destek insanlara ise farkındalık vakti diye... Bazısı yolluyor bazısı ise belki de deneyip resmini beğenmeyip bana bile yollamıyor. Ya da daha kötüsü oralı bile olmuyor...

O günlerde yüreğinin güzelliği yüzüne , sesine yansımış sevgili Nonim bana slogan bulmamda ve farkındalık yaratmamda en büyük desteği sağlıyor.

" Bu hastalık başına çorap örmeden önce kontrollerini yaptır"

Sloganımızı beraber buluyoruz sevgili Sibel'cimle....

Eşimden dostumdan çorapla çekilmiş resimler gelmeye başlıyor. İnstagramda 1-2 resim yayınlamaya başlıyorum.

Sibel ise Çorap Kampanyası resimlerimizi blogunda , instagram hesabında paylaşıyor.Ben keza öyle derken galiba tam da istediğim oluyor.

Çorap kampanyamız medyanın dikkatini çekiyor.

23 Haziran 2014 Pazartesi

Çorap

Arkadaşlarım ve ablalarım toplanıyor bir akşam evimde...
"Sen daha güzel yaparsın" , "Yok ben öyle yapmıyorum " nidalarıyla çok sevdiğim kısır yapılıyor ama yine de benim ağzımdan kemoterapi ve sonrasında dökülecek saçlarım çıkıyor.

Bu arada yurtdışında bu hastalıkla mücadele eden bir kızın 15 e yakın arkadaşının saçlarını kazıtıp kapısına nasıl dayandıklarını anlatıyorlar kendi aralarında.

Bizimkilerde bir ara gaza geliyor gibi oluyorlar ama sonra güzelliğine çok düşkün olan ablam
"Valla ben sırf kardeşim üzülmesin diye kestirmem bu saçlarımı , dimi Nuray çok üzülürsün" diyor.
Hadi ordan diye bir bakış atıyorum ablama :)

Sonra da her zaman ki gibi munzurluk yapmak geliyor aklına...." Nuray bir ince çorap versene bana" diyor.

""N'apcaksın" dememe kalmadan kafasına geçiriyor çorabı.

Deli gibi diğer arkadaşlarımızın arasına zıplıyor.
Kıkırdamalar , dalga geçmeler derken herkesin kafasında bir çorapla kendimizi resim çektirirken buluyoruz.

Çoraplar takılınca herkes bir şeye benziyor ama...
En kötüsü ise yıllardır kepçe kulaklarını saklayan biri kendini ele veriyor :)